İstanbuldayım. Ağız tadıyla kederlenemiyorum bile. Sıcaklar
yakıyor, rüzgar dağıtıyor. Bir ayarsızlık almış başını gidiyor. Pencereleri
açıp cereyanda kalıyorum, hasta falan olmuyorum. Deli gibi tütün sarıyorum, yok
anacım, sesim Kadıköy’deki konservatuar binasından taşan operacı
arkadaşlarımızın sesinden berrak. Şimdi “Kötü mü olaydı her bir şey, cins misin
bacım?” denebilir, ki yanlış bir soru da olmaz ama garip işte. Garip. Bünyem
kaldırmıyor. Benim bildiğim aksiliği aksilik izler ama hayırdır inşallah deyip
devam ediyorum. Bakalım çıkar kokusu yakında.
İstanbuldayım, bir de üstelik evdeyim. Gece bizim buradaki
camilerin hocaları eve dağılırken, ben de yatağa gidiyorum. Annemlerin yatağı.
Geniş geniş yatayım dedim, yatak çökmüş iki yandan, ortası da yüksekte. O
yükseklikten düşüyorum uyurken! Vay anasını arkadaş ya. Neyse efendim, öğlen
kalkıp çay içiyorum, TV zaplıyorum, internette geziniyorum, kitap okuyorum. E
koca gün, insan sıkılıyor, hiç dışarı çıkasım olmuyor bazen. Mesela geçen gün
dans ettim. Allahtan evde uzun sopalı bir süpürge yokmuş, düşüncesi bile
ürküttü bir an. Neyse. Dans ettik işte. Aynadaki ben ve üç boyutlu ben. Sonra
yorulduk. Can bonomo gibi dans etmek hiç ama hiç kolay değilmiş, deneyin görün.
İstanbuldayım. Seneye öğrenci akbilimin ardından göz yaşı
dökerken hayal ediyorum bazen kendimi. Ve bu beni çileden çıkartıyor. Olmadı
belediyeye çıkcam, ayırmayın bizi diye yalvarıcam. Efkarlandım gene. Of ulen of
goca götlü dünya. Bu arada bitmiş akbil sesi çok eğlenceli. İyiyim iyiyim. Evet.
İyiyim.